Traveler's Tales and Translations of Turkish Lit, and Stories of the Deep South and Kurdistan
Wednesday, April 28, 2010
A Day With America!/yerkruT htiW yaD A
Thursday, April 22, 2010
Off and away, or Uf and Away
So for the first time, I got the point of this monkey training camp called a 'school'. The girl's basketball team had their final championship game and the whole high school trucks down to the courts in Kadıköy to watch. Our boys (and some girls) formed a formidable wall of trash talking hooligans at the railing that pissed off every free throw attempter on the other team. During a break between quarters they turned to me and started chanting my name as everyone in the stands turned to see what the hell a Jeff was. The last minute of the fourth quarter it was 60 to 60. The other team scored 2, we scored 2. They scored 2 more and we scored 2 more. When the buzzer sounded it was tied and we went into over time. The rivals got 8 points ahead, our coach turned bright purple from screaming, and then we caught up with a 3 pointer and then another 3 pointer and then a regular old slam dunk. We were at the last 5 seconds again and again we were tied--no one could make any headway, basket after basket was blocked. Then Özge, one of my favorites and third from right in the top row, threw the ball. It was in the air at 4, 3, went through the net at 2 and we were on our feet at 1, cheering wildly and loudly enough to drown out the buzzer at 0. The other team literally collapsed to their knees in disbelief. I felt for these girls...they had played ferociously. All in all, a stunning game, and better than any Celtics match I have seen.
A week later.
It is the last day of exam's week, before the April 23rd holiday (Children's Day). I took my 8th period class out on the field for conversation class. There were only three of them and I didn't feel like bullying them into a lesson. First was too-cool-for-school Doğukan. He kicked back in the soccer dugout and watched the dance the 10th grade girls were preparing for a festival in May. 'They look so retarded,' he says. Then he gestures to the 11 grade boys playing soccer. 'And what the heck are those bozos doing.' Tuğba, the star of the girl's basketball team (sitting, second from the right), told me the gossip the students spread about different teachers. Ismet, for example, can be easily distracted from the lesson and has different sized ears--one enormous, the other like a little mushroom. The third student is Kaan, who keeps running over to the elementary school kids and trying to take their soccer ball. The field is carpeted with bright butter yellow flowers. It is absolutely breathtaking. I must admit, the 10th grade girl's dance routine cooked up by the kooky music teacher and her male companion, is a little on the stupid side. We watch them go through their routine with all the enthusiasm of a cat taking a bubble bath. Sun, cold wind, and vendors voices calling from the bazaar across the street. There's a gymnasium being built though no one's worked on it since September. A huge wall separates us from the construction site. 'See that wall,' Doğukan says. 'That's our own personal Berlin Wall. Totally stupid.' 'You're the living example of too cool for school,' I say. 'You know that? You don't do sports, don't join in any of this festival stuff. What do you do exactly while everyone else is busy?' 'I chill,' he says. 'And I surf.'
Sunday, April 18, 2010
Sunday, April 11, 2010
And....to continue
Saturday, April 10, 2010
Saturday Protest
Thursday, April 8, 2010
Ahmet Telli----Turkish Poet
Sketches from a "Muslim Country"
Wednesday, April 7, 2010
A Turkish offering...Türkçe bir yazı
Özlemlerim
Jeff Gibbs
Mart'ta İstanbul'daki ikinci yılım dolmuş olacak. Buraya geldim geleli pek çok şey gördum. Serüven yaşadım, yeni dostları edindim. Hatta sevgili bile buldum. Çok eğlenerek bu iki yılı geçirdim. Lakin bazen Florida'yı çok düşünüyorum, yani sıla hasreti çekiyorum. Elbette arkadaşlarımı ve ailemi de özlüyorum ama içimde en çok hissettiğim hasret Florida'nın sesleri.Ben çocukken, babam kuzey Florida'da ormanların ortasında gölün kenarında büyük bir evde oturuyordu. Onu ziyaret etmeye gittiğimde, her zaman akşamları balık tutmaya giderdik. Güneş gölün ötesindeki çam ağaçlarının ardında battıktan sonra, gök hala kıpkırmızı bir ışıkla yanarken, biz balık takımı ve olta kamışları alıp,tahta iskeleye çıkardık.
Bütün Florida aynen koskocaman bir bataklık gibi. Yani, her yerde su var, su gelip geçiyor. O yüzden yılan, kaplumbağa, kurbağa, ve meşhur timsahlarımızla dolu. Bilhassa babamın oturduğu gölün etraflarında kadim, dev gibi selvi ağaçları var ve bu ağaçların arasında çiftleşmek isteyen binlerce kurbağa yüzüp, hopluyor. Onlar çok gürültülü ve yüksek sesle vıraklayarak eşlerini büyük bir patırtıyla çağırırlar. Sesleri o kadar yüksektir ki yatak odasının pencerelerini kapatsan bile gürültüsünden uyuyamazsız. Sanki dışarıda bir orkestra varmış gibi duyumsarsınız. Florida'da yüzlerce kurbağa türü vardır. Minicik ağaç kurbağaları, yeşil kurbağalar, kahverengi kurbağalar, kocaman karakurbağalar, benekli panter kurbağalar vesaire, bunların hepsinin sesleri de çok çeşitli. Birinin kanarya gibi öterken bazıları şişman bir adam gibi geğirir. Bazıları tiz bir düdük gibi, bazıları çırçır böceği gibi öter. Davul gibi seslenenleri de var! Hep beraber vıraklarında adeta koskocaman bir kurbağa korosu olurlar. Çok sıcak olunca ritim hızlanır. Hava soğudukça bu ritim daha yavaşlar. Yani kurbağalardan havanın kaç derece olduğunu anlayabilirsiniz!
Florida'nın yazın geceleri çok özel bir zaman. Florida dağlık bir yer değil. Küçücük tepe bile yok. Dümdüz bir ülke olduğu için, her yerden ufuğa kadar görebilirsin. Yazın ufukta sessiz şimşekler çakar geceleri. Doğudan batıya kadar zikzak çizen şimşekler fırlıyor. Hem korkunç hem de güzel, nefes kesici bir şey. Çok çok parlak olduğu halde hiç sesçıkmaz. Biz bu şimşeklere 'ısı şimşeği' diyoruz zira fırtınadan değil, Floridanın gündüz olağan üstü sıcağından yaratılırlar. Tabiattan gelen bizim özel havai fişeklerimiz. Ah, bu sessiz şimşek ve gölün hafif hafif çarpan dalgaları, kurbağaların orkestrası ve babamın sesiyle dolu fevkalade geceler unutmak ne mümkün! Florida hemen hemen tropikal bir bölge olduğu için, doğru dürüst bir kış yaşanmaz. Yıl boyunca her yer yemyeşildir. Bir de kar hiç yağmaz. Tam şubatın ortasında ısı yirmi dereceye ulaşabilir. Kısaca 'dörtmevsim' yaşanmaz burada. Mevsim'le değişen tek bir şey vardır: o da sesler.
Yazları kurbağa sesleri ve gök gürlemesi doldururken sonbaharı da kuş sesleri doldurur. Özellikle gece kuşları. Benim en sevdiğim 'Chuck Will's Widow' adlı kuştur. (Chuck Will adlı adamın duludemek) Ötmesinden bu adı verilmiş. Bu kuş Türkiye'de de bulunan keçisağanın türüymüş. Bu kuşlar ya çam ağaçlarından düşen iğne yaprakların arasına yada bataklık bitkilerinin arasına yuvaların kurarlar, yani yuvarlarını yere yaptıkları için öterken sesleri yerin altından geliyormuş gibi oluyor. Bu kuşun sesi çok acayip. Bazen bir hayaletin inleyişe, bazen de ağlayan bir kadının sesine benziyor. Sisli karanlık ormanın kenarından geçerken çok ürperiyorsun. Başka bir sonbahar kuşu var. Ona da 'Bob White' deniyor çünkü onun ötmesi de 'Bob White' der gibi geliyor. Bu kuş bir bıldırcının türüymüş. Babama göre, eskiden Florida'da genç,güzel bir kız varmış. Bob White'e aşık olmuş ama orada bir cadı yaşıyormuş. Bu cadı kızı kıskandığı için bir kuşa çevirmiş. O kız halen sevgilisinin adını ‘Bob White’ diye kıyamet günüye kadar söyleyecekmiş.